T.C İNKILAP DERSİ
  Avrupa Birliğine Doğru
 
Merkezi Maastricht’te bulunan Avrupa Gazetecilik Merkezi’nin düzenlediği “A.B üyeliği yolundaki Kıbrıs’da gazetecilik” başlıklı seminer Kıbrıs’ın kuzeyinden ve güneyinden bir grup Türk ve Rum gazeteciyi biraraya getirdi. Amaç hem Avrupa Birliğine üyelik arefesinde bu uluslar üstü yapının iç dinamiklerini anlatmak hem de adanın iki kesiminin temsilcileri arasında bir fikir alış verişi sağlamaktı. Seminer 23-27 Haziran tarihleri arasında Brüksel ve Maastricht’te gerçekleştirildi. Seminer Avrupa Birliği kurumlarına bir giriş niteliği taşıyan açılış dersinin ardından, Avrupalı Parlementerler ve Avrupa Komisyonu üyelerinin sunuşları, Avrupa Komisyonu’nu ve Avrupa Konseyi’ni ziyaretle devam etti. A.B kurumları dışında Brüksel’deki siyaseti önemli olçüde etkileyebilen bir “think-tank” olan Avrupa Siyaset Araştırmaları Merkezi de Kıbrıslı gazetecilere tanıtılanlar arasındaydı. Seminer’in ikinci bölümü ise Avrupa Birliği’nin ekonomik bütünleşme projesinin en önemli adımı olan Maastricht Anlaşması’nın 1992’de imzalandığı Maastricht’te gerçekleştirildi. Bu satırları yazan Kıbrıs’ın Ortam gazetesinin yazarına göre seminerin ekonomik bütünleşmenin temelleri atılan bu noktada son bulması oldukça manidardı. Ekonomik işbirliğindeki başarısı, Avrupa Para Birliği , Gümrük Birliği, ortak para birimi (euro) gibi uygulamalarla tartışmasız kabul edilen Avrupa Birliği’nin siyasal anlamda bir bütünleşmeyi ne oranda başarabildiği, sadece gazetecilerin, akademisyenlerin değil, A.B kurumlarında yer alan “avrokratların” da zihnini meşgul eden en önemli soru/n olarak ortaya çıkıyordu. Brüksel’e daha fazla yetki verilmesini savunan federalistlerle, ulus devletin egemenliğini tehdit ettiği gerekçesiyle böyle bir yaklaşıma karşı çıkan ülkeler arasındaki mücadele göze alındığında siyasal bütünleşmenin, ekonomik bütünleşmeye oranla ne denli güç bir iş olduğu bir kez daha gözler önüne seriliyordu. Avrupa Komisyonu’nda görev almış bir ekonomi profesörü olan Albert Meis’in A.B Kurum ve siyasalarına giriş dersinden ya da Avrupa Komisyonu Genişleme- Kıbrıs Birimi’nden James Pond’un sunuşundan edinilen izlenim, A.B’nin henüz ortak bir dış politika belirlemek konusunda iç dinamiklerinden kaynaklanan bazı engelleri aşamadığını gösteriyordu. Avrupa Birliği Dış Politika ve Güvenlik Temsilcisi Javier Solana’nın sözcüsü Christina Gallach’ın Solana’nın 1999’dan beri Balkanlarda ve Ortadoğu’da yürüttüğü çabalarını anlatmasına karşın, bu çabaların çoğunlukla üye ülkelerin farklılaşan çıkarlarından ötürü ilerleyemediği, ve bütüncül bir dış politika perspektifine dönüştürülemediği de gözler önündeydi. Seminerle eş zamanlı gelişen, ve Brüksel’deki temaslarımıza damgasını vuran gelişme, hiç kuşkusuz 19 ve 20 Haziran 2003’te Selanik’te Valerie Giscard d’Estaing başkanlığındaki A.B Konvansiyonu ’nun Avrupa Konseyine sunmuş olduğu Anayasa Taslağı oldu. A.B’nin ilk yazılı anayasası olma özelliğini taşıyan bu belge, Avrupalı parlementerler ve “Avrokratların” seminer boyunca parça parça da olsa dile getirdikleri kimi endişelerini yanıtlar nitelikteydi. Üye ülkelerin hükümetlerince Ekim 2003’te ele alınacak taslak, bir anayasayı, tek bir hukuki kimliği, insan hakları beyannamesini, ortak bir dışişleri bakanı ve Avrupa Konseyi için kalıcı bir başkanı öngörüyor. Anayasa Taslağı’nın üye ülkeler tarafından kabul edilmesi halinde A.B’nin üye devletlerle ilişkilerinin nasıl olacağı ise sıcak bir tartışma konusu. Kimi yorumculara göre, Anayasa, federalistlerin arzu ettiği gibi merkezin (Brüksel) güçlenmesine yol açacakken, kimileri Anayasa’da böyle bir güçlü eğilimi okumak mümkün olsa da bunun temelsiz olduğuna dikkat çekiyorlar. Zira Avrupa Birliği’nin gücü, onu oluşturan ulus devletlerin ne ölçüde iktidarlarını bu uluslarüstü yapıya devretmeye razı olduklarıyla ilişkili. Taslak, Avrupa Birliği’nin dış politikada tek bir ses olarak temsil edilebilmesi için bir Avrupa Dışişleri Bakanlığı’nın oluşturulmasını öngörürken, A.B’nin politikalarını belirleyen Fransa gibi ülkelerin A.B politikaları üzerindeki veto hakkından vazgeçmek istemediği gözlemlenebiliyor. İşte bu nedenden ötürü, Anayasa Taslağında yer alan tek bir ortak kimliğin temelsiz olduğunu savunan yorumcular, Avrupa Dışişleri Bakanı’nın Fransa gibi veto hakkını ve kendi ordularını kontrol etme hakkını saklı tutan ulus devletlerin üzerinden bir politika geliştirmesinin güçlüğüne dikkat çekiyorlar. Bu çerçevede, bir devletin iki temel özelliği sayılan savaş kararı vermek ve vergilerin toplanması Brüksel’in egemenlik alanı dışında kalıyor. Anayasa çerçevesinde tartışılan bir başka konuysa Anayasa Taslağı’nın karar verme mekanizmalarında şimdiye dek hüküm süren oy birliğini (unanimous vote), oy çoğunluğuyla (majority vote) değiştirmek yönündeki girişimi. Özellikle Taslağı hazırlayan Konvansiyonun başkanı olan Valery Giscard D’Estaing Time dergisine verdiği mülakatta, oy çoğunluğu ilkesinin önemine dikkat çekiyor. Üye ülkelerin muhalefet etme haklarının saklı tutulmasının önemini teslim etmekle birlikte, Giscard D’Estaing, bunun ortak adımlar atılmasını da engellememesi gerektiğini vurguluyor. Anayasa Taslağı’nın kapsamlı bir şekilde incelendiği bir dosya hazırlayan Economist dergisinde ise, şimdiden taslaktaki pek çok konuya ilişkin olarak çekincelerini belirten Fransızlar, İngilizler ve İspanyolların taslağı olduğu gibi kabul etmeyeceği, bu taslağın kabul edilme aşamasındaki görüşmelerin aylar sürebileceği belirtiliyor. Selanik’te Avrupa Konseyine sunulan Anayasa Taslağı’nın damgasını vurduğu Brüksel’de gerçekleştirdiğimiz görüşmeler, mayıs 2004’te 25 üyeye sahip olacak Avrupa Birliği’nin iç işleyişinin ne denli karmaşık olduğunun, karar verme mekanizmalarının ne denli ağır işlediğinin bir göstergesi. Bu görüşmeler ve anayasa taslağı çerçevesinde dönen tartışmalar ışığında, sınırları kaldırmak, gümrük birliğine gitmek, serbest ticareti başlatmak gibi “negatif bütünleşme”nin örnekleri sayılabilecek üye devletler arası ekonomik işbirliğin, ortak bir dış politika ve savunma anlayışı ya da sosyal politikalar oluşturmak konusunda henüz bir eşdeğerinin bulunmadığı, böyle bir çabanın da ancak üye devletler arasındaki çetin pazarlıklar sonucu uygulamaya konulabileceği (ya da konulamayacağı) ileri sürülebilir. Bu çerçevede varılacak sonuç; A.B’ni homojen bir yapı olarak tanımlamaktan ziyade, hem ulusal sınırlar içindeki aktörlerin, hem de uluslararası aktörlerin arasındaki çıkar ilişkileri tarafından belirlenen bir mücadele alanı olarak tanımlamanın Avrupa Birliği’nin gelecekte nereye doğru gittiğini anlama çabası açısından daha doğru bir yaklaşım olacağıdır.
 
  Bugün 2 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol